acı, sarıdır

fonksiyonsuz sinir hücreleri gibi bir ses, etki yok, her şey sessiz.
varlığın içinde bir duvara yansıyan o öfkeli silüet ve bir rengin usulca dağılışı.
yaşamın silüetine yaslanan bir duman; kalbimin uğurlanışı buradan geliyor.
balkondan aşağı sarkmış çocukların kırıklarından toplanan bir bütüne dönüşüyorum, inişi insan olan bir yolculukta içime doğru usulca ilerliyorum. gelmiş bir mektuba dönüşen sesine üflenen bir sur, döndüğün yerlerden bavullarının gizli yanından kalan birkaç kırık; bir günün düne dökülüşünden feragat etmiş bir andır. bulutun durduğu yerde ve çıktığım hiçbir sokağın sonunda, eninde sonunda, hiç kimseyi beni beklemezken buluyorum. çıkmaz bir sokağın sonundaki tüm anılar ve acılar metruktur.
bozuk bir imlayla düzeltmeye kalktığın sıcak kışın avucunda duran bir günebakanın yüzü, olmayana dönük olmaktan başka neye yarar? günaşırı olmaya kalkan bir zaman, ne zaman evinin önünden geçse fırlattığı bir taşta kırılıyor masanın üzerinde duran kimsesiz bir vazo.
dünü düne bağlayan an ve sessizlik; sessizlik bir için oyuntusudur diyor sözü olmayan bir şarkı. eski bir caddeden aldığım acı, bir sonbaharın en güz yanına karışıyor.
güzün ortasında içimde kırılan bir şişe,
her güzde kanamalı bir yaprak döküyor çiçeği olmayan bir pencere.
mart’ı bahardan ayıran, ağustos’u yazdan koparan bir yağmurun kalbi hep kış atar; güneyden dönmek bilmeyen bir buzun kalbi yoktur ve denize bakan bir taraçanın alıp başını gitmesine benziyor, ansız duran tüm ölümler. senin adın, benim her şeyi usuluna verişimin adıydı. üzgün bir şekilde boynuna dolanan kırmızı bir fular; nereden baksan sarıdır. acı sarıdır, van gogh’tan beri. elinde eskiyen kitaplara düşürdüğün başın hiçbir zaman kalkmadığından beri, unutuyorsun kapıda duran sislere kapıyı açmayı. artık hiçbir sokak, geçmişsin sanmıyor seni. ellerim hangi eli tutmaya kalksa soğuyor, yitik bir anda başlıyor uykusuz bir kalbe karşı. yarılanmış bir sigarayı alıp bir fotoğrafta söndürüyorsun, yere düşen tüm yaprakları topluyor gözlerin. ben birkaç kişi yürüyorum bu sokakta.
dudaklarından duyduğun bir notayı öpüyor,
hiç elini değmediğin bir kağıt,
seni neden bu kadar katlıyor?

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

ben duvar

kalmasını tercih ettiğim her şeyden gitmesini istemek