kalmasını tercih ettiğim her şeyden gitmesini istemek






ankara’da, soğuk bir gündeyim. penceremin güneş aldığını fark ettikten sonra pencere kenarlarına koyduğum iki saksı menekşesinden biri, “buradayım, beni fark et” dercesine çiçeğiyle boy gösterdi bugün. beyaz yapraklara sahipmiş; isteğini yerine getirdim ve onu tekrardan fark ediyormuş gibi yaptım. büyümeye başlamış bile. biraz daha büyüyecek, kocaman biri olacak; belki benim ulaşamadığım raflara bile ulaşabilecek duruma gelecek, ama ortalama boyutta olan bir elin büyüklüğünü geçmeyecek kadar küçük bir saksıdaysa bu hayallerine bir son vermesi gerekiyor ve o bir sarmaşık değil. büyüyüşünde bir kusur olmazsa onu daha büyük bir saksıya alacağımdan henüz haberi yok. yaprakları iç içe geçmiş, büyük bir savunma halinde durmaya devam edecek.

bu bitkilere sahip olduğumda renkleri hakkında bile bir bilgim yoktu; odamda ben harici nefes almaya devam eden iki canlının var olması her zaman iyiydi. sizden başka birilerinin olması her zaman iyidir; her ne kadar su vermeyi unutmamanız ve güneş aldığından emin olmanız gerekse de. başkaları her zaman iyidir; eğer sizin mutluluğunuzdan daha azına ve sizin üzüntünüzden daha fazlasına sahipse. böylelikle kendinize bir çıkar yol seçmiş olursunuz; başkalarının acılarına bakıp kendi acınızla yetinme hâli. bulunduğunuz durumdan daha kötü olduğunu düşündüğünüz şeylere bakarken kendi acınıza sarılma haliniz ne büyük sahtekârlık ama. daha derin bir çukurda olmamak her an sizi gururlandırır; oysa derinlikle alâkalı bir durum değildir bu. artık hareketin hızı değil, acı yarıştırılıyor.

sanırım iki kişilik geçen grip serüvenlerime bugün tek kişi olarak başlıyorum; üşümek şimdi canımı sıkıyor. geçmiş yıllara bakarsak, soğuklar erken başladı. sanırım bu çıkarımı ellerimi güneşte bile ısıtamayışımdan yapıyorum, belki de kudretli yalnızlığımın gittikçe benim bile ulaşamayacağım bir şeye dönüşüyor oluşundan. işte bunu uzun bir süre daha bilemeyeceğim.

her şeyle aramda duran bağın üzerinden koca bir yaz geçti; irtifa kaybetmediğimi düşündüğüm bir yazın sonunda, geminin çoktan battığını ve açıklarında dolaştığımız denizi uzaktan izleyen birinin bunu asla fark etmeyeceği gerçeğiyle yüzleşmiş olmanın ‘müthiş kusurlu yanı’ bana kaldı. bu fark ediş öyle bir zorundalık ki, ona maruz kalmamak elde değil. bu kusurlu yanı canlı kanlı görebilirsiniz fakat onu herhangi bir şeye dönüştüremezsiniz. bazı insanlar da böyle anlarda imdadınıza yetişir; sizlere kusurlu ve eskimiş eşyalardan nasıl yeni bir şey yaratabileceğinizi anlatırlar; daha yeni bir şeye dönüştürmenin her zaman güzel olduğunu ve olması gerektiğine dair cümleler duyarsınız. artık giymediğiniz kıyafetlerinizden türlü türlü yeni biçimler yaratmak gibi unutmak istemediğiniz her şeyi zorla bir unutuşa bırakmanız istenir ama bilmedikleri bir şey vardır; öyle ki tüketmek istediğiniz bir şeyden yepyeni bir şey yaratamayacağınız döneme de çoktan girmişsinizdir. böyle durumlarda yaratıcılığınızdan eser yoktur; harika bir sarsılıştasınızdır, kendi gerçekliğinizle yüzleştiğiniz ve bunu kabul etmek zorunda kaldığınız anlar sizi ele geçirmiştir, hatıralar canınıza okur, geçmesini dilediğiniz her şey devleşir ve sizin ulaşamadığınız raflara çiçeklerinizden daha çabuk ulaşacak duruma gelir; işte bu yüzden, yüzleşmek istemediğim her şeyden kaçıyorum ve kalmasını tercih ettiğim her şeyden gitmesini istiyorum. belki de en zoru kalıp savaşmaktır ya da “belki de” şeklinde başlayan cümleler kurmaktır; başka bir seçeneğin olduğunun fakat bu seçeneğin artık tedavülden kalktığını bilmekten bahsediyorum. evet, karar veriyorum, ikinci seçenek soyut bir savaştan her zaman daha zor.

bugün okuduğum bir kitap şöyle diyordu: “geriye kalan azıcık yaşamımı, onunla ne yapacağımı bilene kadar saklayabilmeyi isterdim.”* elime böyle bir seçenek bırakılsaydı, büyük ihtimalle bir buzlukta en uzun süre saklanmış olan bir yaşama sahip olacaktım; hiçbir şeye yetişememe hissine her zaman sahip olduğum gibi, kararsızlığım da böyle bir durumda baş gösterecekti. başka bir şeyin nefretine maruz kalmış olmanın böyle zararlı bir yanı vardı; verilmiş olan şeyleri, bize ait değilmiş gibi karşılamak. yaşamımın bana bırakılmış olmasını istemek yerine saksıda bir çiçek ya da küçük bir fanusun içinde dolanıp duran ve vaat edilmiş olanların hiçbir şekilde farkında olmayan bir balık olmayı yeğlerdim.

böylelikle, bir süre daha çaresizliği oyalayacağız, dostlarımıza tekrar döneceğiz ve farklı masalarda aynı sohbetler gerçekleşecek; kahveler aynı şekilde içilecek ve okunmuş olan kitaplardan bahsedilecek.

ne fena.
hiç kimse farkında değil kendi depreminin.

------

*hızlandıkça azalıyorum, kjersti skomsvold, jaguar kitap / 2013


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

ben duvar